22 yıl yurtdışında yaşadım; Kanada, Hollanda ve Fransa. Asla Türk'e benzetilmedim. Hatta üniversite tahsilim için Toronto'ya ilk gittiğimde Türkiye'nin haritadaki yerini bile izah etmem gerekiyordu ya, hadi neyse... Bırakın Türkiye'yi bir yana, bazen Almanya'nın bile...Sadece Amerika Birleşik Devletlerini iyi tanırlardı. Nasıl da şaşırmıştım, kafam karışmıştı. "Yahu biz batılıları daha bilgili, daha meraklı tanırdık" diye düşünmüştüm. Tabii bunlar eski hikayeler. Aradan yıllaaar, yıllaaar geçti...Artık dünya bir global köy. Bugün Kanada hapşırsa, Avrupa nezle oluyor. Kanada ise dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi. Kanadalılar da.
Ama geçen gün aklıma şöyle bir şey geldi; özellikle Avrupa'da yaşarken bana en çok sorulan - ve beni sinirden deli eden- soruların bir listesini çıkarmalıyım dedim. Doğma, büyüme İstanbullu bir Türk olduğumu ispat edebilmek için göbeğim çatlardı da her seferinde. Elimde sigarayı gören (artık anti-sigarayım, o da başka) panik halinde "Siz bir kadın olarak Türkiye'de de sigara içebilir miydiniz ki?" diye sormaz mı? Ya da suratıma bakıp, "Efendim sizin gözleriniz yeşil; teniniz de koyu değil. Saçlarınız da sarı. Üstelik başınız da açık. Hem İngilizce biliyorsunuz ve hem de bizim dilimizi konuşuyorsunuz. Siz hayatta Türkiye'den olamazsınız!" diyenler...
Buyrun bakalım.... Bıkmıştım kategorize edilmekten. Hadi otur, işin yoksa soyağacını say. Türkiye'nin ve o günlerin güzelim İstanbulunun kozmopolit yapısını anlat. Adamlar haksız da değillerdi hani. 30 yıldır Hollanda'da, Fransa'da yaşayıpda tek kelime yabancı dil öğrenmemiş ne çok Türk tanıdım oralarda!.
Dışa tamamen kapalı, bütün gün, bütün gece televizyonda Türk kanallarındaki saçma, sapan dizilere hipnotize olan milyonlarca insan. Kendini geliştirmeyi zerre kadar aklına getirmeyen.
Avrupalı olsam belki ben de onları arama almakta zorlanırdım...
Çarşamba, Ekim 07, 2009
Perşembe, Ekim 01, 2009
Mutluluk nedir ki ...?
Nazım demiş ki...
"En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır; en güzel çocuk henüz büyümedi; en güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız ve sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğum sözdür...."
Can Yücel'e gelince:
"En uzak mesafe
Ne Afrika'dır, ne Çin, ne Hindistan
Ne seyyareler; ne de yıldızlar geceleri ışıldayan..
En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan..."
Ben de diyorum ki, insan sahip olduklarının değerini iyi bilmeli. Hep bunu söyler, dururuz ama kaçımız yapabiliyoruz ki...?
Milli Piyango bileti alıp da "Ay ya bana çıkarsa; ne kadar da mutlu olurdum o zaman" demekle mutlu olunabilse.
Bence mutluluk üreterek yakalanabilir. Ben üniversite okuyupda, sonra da evde oturanlara onun için fena halde kızarım. Bir başkasının yerini almak, hakkına gasp etmekdir bu bence. Özellikle de kızlarımızın hastalığıdır. Genelde ailedeki zihniyetin de bir yansımasıdır. Tabii ki sözüm, ekonomik durumu zorunlu evlilikleri gerektirenlere değil.. Ama bir çoğunda amaç sıkça "zengin bir koca bulup, yan gelip yatmaktır". Sonra çocuk olur; kadın kadınlığını unutup, "anne" kimliğine bürünür. Erkek artık çekici bulmadığı bu "tahsilli" kadını bırakmasa da, dışarıda kendine 2. bir hayat kurar. Kadın "aman evlilik kurtulsun" diye dayar bir çocuk daha...Kısır göngü böylece başlar.
Uzun lafın kısası "en güzel günlerini yaşamak", o günleri kendi emekleriyle yaratanlara, tırnaklarıyla kazıyarak elde edenlere çok daha hoş gelir bence. Özgüven artar. Mutluluk, üreterek, başararak yakalanır.
İnsanların içlerinde hala keşfedilmemiş öyle cevherler vardır ki, insan kendisi bile şaşırabilir. İşte böyle bir kadın Canan Öztürk'dür. İnternet'den ücretsiz temel eğitim hizmeti veren "Anatürkler" adlı siteyi yokdan, var etti. Sitenin adresi: www.temelim.org
Bu konuya devam edeceğiz...
Sağlıcakla kalın....
"En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır; en güzel çocuk henüz büyümedi; en güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız ve sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğum sözdür...."
Can Yücel'e gelince:
"En uzak mesafe
Ne Afrika'dır, ne Çin, ne Hindistan
Ne seyyareler; ne de yıldızlar geceleri ışıldayan..
En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan..."
Ben de diyorum ki, insan sahip olduklarının değerini iyi bilmeli. Hep bunu söyler, dururuz ama kaçımız yapabiliyoruz ki...?
Milli Piyango bileti alıp da "Ay ya bana çıkarsa; ne kadar da mutlu olurdum o zaman" demekle mutlu olunabilse.
Bence mutluluk üreterek yakalanabilir. Ben üniversite okuyupda, sonra da evde oturanlara onun için fena halde kızarım. Bir başkasının yerini almak, hakkına gasp etmekdir bu bence. Özellikle de kızlarımızın hastalığıdır. Genelde ailedeki zihniyetin de bir yansımasıdır. Tabii ki sözüm, ekonomik durumu zorunlu evlilikleri gerektirenlere değil.. Ama bir çoğunda amaç sıkça "zengin bir koca bulup, yan gelip yatmaktır". Sonra çocuk olur; kadın kadınlığını unutup, "anne" kimliğine bürünür. Erkek artık çekici bulmadığı bu "tahsilli" kadını bırakmasa da, dışarıda kendine 2. bir hayat kurar. Kadın "aman evlilik kurtulsun" diye dayar bir çocuk daha...Kısır göngü böylece başlar.
Uzun lafın kısası "en güzel günlerini yaşamak", o günleri kendi emekleriyle yaratanlara, tırnaklarıyla kazıyarak elde edenlere çok daha hoş gelir bence. Özgüven artar. Mutluluk, üreterek, başararak yakalanır.
İnsanların içlerinde hala keşfedilmemiş öyle cevherler vardır ki, insan kendisi bile şaşırabilir. İşte böyle bir kadın Canan Öztürk'dür. İnternet'den ücretsiz temel eğitim hizmeti veren "Anatürkler" adlı siteyi yokdan, var etti. Sitenin adresi: www.temelim.org
Bu konuya devam edeceğiz...
Sağlıcakla kalın....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)