Salı, Temmuz 19, 2011

AYNUR...

Çok iyi bir radyo dinleyicisi (TRT 3) ve CD koleksiyonu sahibiyimdir. Müziksiz bir gün düşünemiyorum. İKSV'nın festival etkinlikleri ile büyüdüğüm için, birçoğuna giderim, kaçırmam.
Geçtiğimiz Cuma akşamına kadar Aynur'u tanımaz, onun bir Kürt şarkıcı olduğunu da bilmezdim. İKSV'nın düzenlemekte olduğu 18. İstanbul Caz Festivali kapsamında gittiğim ve çok başarılı bulduğum Mujeres de Agua (Su Kadınları) konserinde "müzik" siyasete araç ve hatta amaç yapıldı.

İspanyol gitar ustası Javier Limon sihirli parmaklarıyla önce iki İspanyol Flamenko şarkıcısına , akabinde de "Akdeniz'den, sizin topraklarınızdan, içinizden biri" dediği Aynur'a eşlik etti. Ben Kürtçe bilmem ama müziğin evrensel olduğuna, müziğin tek bir dili olmaması gerektiğine de inanır, hemen her tür müziğe ve müzik yapana saygı duyarım. Zenginlik de budur işte. Aynur'un söylediği ilk 2 şarkı Kürtçeydi. Güzel ve duygu dolu şarkılardı. "Ağıt yakıyor adeta" diye düşündüm. Ne söylediğini bilmiyordum tabii ama içimde tuhaf bir his oluşmuştu. O sıcak flamenkolardan sonra ortam birdenbire buz kesmişti. Bir fırtına kopacak gibiydi. Tedirgin olmuştum. Etrafımı sürekli kolaçan ediyordum.  Aynur'un 1. şarkısı sonrası alkışlar zayıftı. Ters giden birşeyler vardı bu konserde. Birden yukarlardan bir "Yuh" sesi duyuldu; arkasından da sahneye bir minder uçtu. Aniden Açıkhava Tiyatrosundaki konser siyasi bir toplantı havasına bürünmüştü. "Yuhlara" karşılık gelmekte gecikmedi"; "Yaşasın Aynur" ve buna benzer cümlelerle. Bu arada bazıları  konser salonunu terketmeye bile başladı. Biryerlerde 10. Yıl Marşı söylenirken, bir yerlerde Kürtçe sloganlar atılıyordu. Aynur sanki hiç bir şey yokmuş gibi 3. şarkıya geçti. O da Kürtçe idi. Bu tansiyonu daha da artırdı. Küçük gruplaşmalara başlandığı görüldü. Javier Limon şaşkın ve neler olup, bittiğini tam anlamış değildi amma bir terslik olduğunu da görüyordu.. Sahneye "bizlerden birini" çıkarmıştı ve bu kişi protesto ediliyordu.. Bu arada Aynur'da şarkıyı kısa kesmek zorunda kaldı ve apar, topar sahneyi terketti. Limon havayı yumuşatırım düşüncesiyle bir acele   Buika'yı sahneye davet etti. Buika....şu çıplak ayaklı, simsiyah tenli,  güçlü sesiyle ortalığı inleten Gineli Buika. Bir çoğumuz bu konsere zaten Buika için gitmemiş miydik?

Bir tarafta yuhlar, diğer tarafta yaşa varollar Buika söylerken de devam etti. Güzelim konser politik demonstrasyona dönüşmüştü. Tansiyon biraz düşmüş gibi görünsede toplumumuzdaki  kutuplaşma apaçık karşımızdaydı. Ayrıca organizasyonda ciddi bir iletişimsizlik olduğu da belliydi. Güzel ama talihsiz bir konserdi.
Ben, müzik başta olmak üzere tüm sanat dallarının ayrıştırıcı değil, birleştirici olduğuna inanırım. Bunun en iyi örneklerden bazılarını bizlere değerli yazar, düşünür, besteci Zülfü Livaneli vermiştir. Teodorakis'den, Liesbeth List'e kadar bir çok aykırı kişilikle birlikte sahne almış, kolkola girmiş, şarkı söylemiştir. Bunların bazıları protesto şarkıları olsa da....
15 Temmuz konserindeki vakaya da duyguları bir tarafa bırakıp, analitik yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Bu güzel konser maalesef 13 askerimizin PKK tarafından öldürülmesinin ertesine denk geldi. Sinirler zaten gergin, insanlar üzgün ve ister istemez duygusaldı. Buika'nın ve Aynur'un bu konserde sahne alacağı ilk günden belliydi ve biletin üzerinde de yazılıydı. Aynur tabiiki yine de çıkmalı ve bu güzel şarkılarını seyircilerle paylaşmalıydı. ANCAK: Javier Limon'a olası bir hassasiyet durumu organizatörlerce söylenmeli ve o önceden uyarılmalıydı. Aynur da içimizden biri olduğuna ve bu acıları o da yaşamakta olduğuna göre bu duyarlılığı anlamalı, buna saygı göstermeli ve sahneye en azından bir "Merhaba, hoşgeldiniz" cümlesi ile çıkarak, hiç olmazsa bir, hatta bir kaç tane  Türkçe şarkı okumalıydı. Aksi takdirde şarkılarının provokasyon aracı olabileceğini düşünmeli ve sadece Kürtçe kullanmaya inat etmemeliydi. Aynur gibi deneyimli ve duyarlı bir sanatçıdan aynı duyarlılığı bu konserde de gösternesini ve yangına körükle gitmek yerine yatıştırıcı ve birleştirici olmasını beklemek herhalde yanlış olmazdı (olmayacaktır).

Taraftarlara gelince; müziğin evrenselliğine hangi dilden olursa, olsun, kim söylerse söylesin saygı göstermek gerektiği bilmeliydiler. Futbol maçlarında insanı dehşete düşüren, hatta iğrendiren fanatizmin müziğe bulaştırılmaması gerekirdi. 22 yıl yurtdışında yaşayıp, çalıştıktan ve bu güne dek sayısını bile artık hatırlayamadığım kadar konsere, davete, etkinliğe katıldıktan sonra şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Bu ülkenin seyircisi konukseverdir , vericidir; iletişimi güçlüdür; sahnedeki sanatçıyı rahatlatır, onore eder, şiddete asla taraf olmaz.
Dileğim kim olduğumuzu unutmamaktır.   

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

AYVALIK'da Belediye yok mu?

Ayvalık'a yıllardır giderim. Kuzey Ege deyince içim titrer. Aklıma mitolojik kahramanlık öyküleri gelir. Fransa'da yaşarken güneş ve deniz aşkına Cote d'Azur'e, Cap Ferrat'a gidince "Bu da sahil mi, yoksa sahilcik mi? İnsanlar balık istifi gibi. Bir de gelip Ayvalık sahillerini görsünler, oralarda denize girsinler" derdim. Ukalalıkmış...Çevreye sahip çıkan da, onu güzelleştirip, çirkinleştiren de hep aynı insan.

Evim Ayvalık'da; eşim dostum orada, sevgili Filiz Ali'nin kurduğu Aima (Uluslararası Ayvalık Müzik Akademisi) de orada....Tanrı doğayı özenerek yaratmış. Denizle çamın, zeytin ağaçlarıyla yel değirmenlerinin, incir ağaçlarıyla mimozaların yüzyıllardır birarada, birbirini kollayarak barış içinde yaşadığı Ayvalık yarımadasına bir şeyler oluyor.. Oranın yerlisi başta olmak üzere, bizim gibi yazlıkçılar da dahil doğadaki bu uyumu herkes fena halde bozuyor. Bilmem kaç medeniyete tavır koymuş, kaç kez yıkılıp, yıkıntılardan yeniden doğmuş, çok kültürlülüğün  adeta simgesi olmuş olan Kuzey Egeli  Ayvalık'da (ve Cunda'da) feci bir vurdumduymazlık hakim. O canım parke sokakların aralarına sıkışmış eski Rum evleri harabe halinde. Asırlık kiliselerin önlerinde "Yıkılma Tehlikesi Var, Yaklaşmayın" uyarı yazıları. Yazılar bile eskidiler.
Ayvalık ve Cunda'da belediye hizmetleri her geçen yıl daha da kötüye gidiyor. Bu yıl için ise büyük bir sıfır!
Bu eşşsiz yörenin doğasına, florasına tamamen aykırı, birbirinden çirkin, kocaman beton binalardan bir kısmı özelse, bir kısmı da kamunun marifeti. Sanki bu ülkede, üstelikde ödül kazanan (Ağa Han ödülü gibi) mimar ve mühendisler yok! Belediye bu binalara nasıl oluyor da izin veriyor? 
Hangi akla hizmetse çöp bidonları ufacık; çöpler ortalıkta yığılı, sokaklar bakımsız. Çiçekler kurumuş. İşin komiği herkes de bu durumdan şikayetçi.
Seçimlerin  hizmete dayanarak kazanıldığını, oyların da hizmete karşılık verildiğini Ayvalıklı unutmuşa benziyor...
Ayvalık ve Cunda'ya içim kan ağlıyor.
       

Perşembe, Temmuz 07, 2011

Dominique Strauss-Kahn Türk olsaydı....

Eski IMF Başkanı, 2012'de  yapılacak olan Fransa Cumhurbaşkanı seçimlerinde şimdiki Cumhuriyetçi Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'ye karşı Fransa Sosyalist Partisi'nin en ciddi adayı ve en büyük kozu olarak varsayılan ve geçtiğimiz ay New York'da tutuklanarak, sonra serbest bırakılan ve şu anda davası devam etmekte olan Dominique Strauss-Kahn Türkiye'de yaşayan şöhretli, güçlü, etkili ve yetkili bir Türk erkeği olup kaldığı oteldeki kadın temizlik görevlisini rızası olmadan sekse zorlasaydı:

. Oteldeki temizlik görevlisi ağzıyla kuş tutsa böyle saygıdeğer bir zat tarafından tecavüze uğradığına ve seks yapmaya zorlandığına polisleri inandıramazdı.
. Diyelim ki içlerinden insaflı bir polis çıktı: Onun da  "Kızım bu kadar nüfuzlu birisiyle sen uğraşamazsın, boş ver, unut, gitsin" deme ihtimali yüksek olurdu.
. Birçokları, hatta bazı öğretim üyeleri ve gazeteciler  ahlak dersi vermeye kalkıp,  koro halinde " Tabii canım, kadın kısa etek giymişti, kolunu, bacağını, eteğini açmış, adamı tahrik etmiştir" diyebilirlerdi.
. Birdenbire rahatsızlanınca acilen hastaneye kaldırılan Sayın Yetkili ve Etkilinin "sağlık sorunları" nedeniyle evinde ifadesine başvurulurdu...

 Ne diyelim: Bir başkadır benim memleketim...